Çağdaş Kadının Annelikle İmtihanı




Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Anne, adına “Ana gibi yar olmaz” sözüyle tarihe not düşülen… “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” sözüyle samimiyetin ve bağlılığın sembolü kılınan… “Cennet anaların ayakları altındadır” kutlu sözüyle kıymetin ve itibarın mihengi haline getirilen… “Onlara öf bile demeyin…” hitabıyla ilahî himayeye mazhar olan…

İşte böyle bir varlık, bugünlerde bütün bu özelliklerinden sıyrılıp, bu algılardan azade olup,  kopmak, kurtulmak, uzaklaşmak ve bireyleşmek istiyor. Bir olmayı, biricik olmayı, yegane olmayı annelik dışında arıyor. Kendini bir cendere içinde hissediyor ve bunu anneliğe ve eş olmaya bağlıyor…

Birey olarak algılanmak, tek başına kalmak, müstağni ve müstakil olmak arzusu bedenini ve ruhunu öylesine kuşatmış ki, iki kanat bulsa uçacak…

Kadın ve erkek… Allah’ın “her ikisini bir nefisten yarattığını ve onlardan nesillerin çoğalmasını sağladığını” (bk. Nisâ 4/1) bildirdiği varlık… Ama artık çağdaş kadın, anne ve eş olmak istemiyor. Böyle anılmak ağır geliyor. Bu durumda erkek de artık baba ve eş olmak istemeyecektir. Ne olacak şimdi? Bunun sonu nereye varacak?

Birey olmak, bir olmak demektir. Bir olmak, yalnız kalmaktır. Yalnız kalmak ya kendinin yegane olduğunu düşünmekten ya da bıkkınlıktandır. Bıkkınlık bir hastalık halidir ve modern insan bu hastalığa fazlasıyla yakalanmıştır. Yegane olduğunu, başkasına ihtiyaç duymayacağını düşünen ise kendisini yalnızlığa mahkum eder. Halbuki yalnızlık sadece ve sadece Allah’a mahsustur. Çünkü O’nun anneye, babaya, eşe, dosta, yiyeceğe, içeceğe velhasıl hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın ise sayılanlar başta olmak üzere her şeye ihtiyacı vardır. İnsan, tanrı olamayacağına göre tanrılık havasına girmemelidir. Çünkü bu havalar onu perişan eder…

Öyleyse insan, Allah karşısındaki konumunu iyi bilmeli ve buna göre hareket etmelidir. “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturu bunun için yeterlidir. Bu düsturun tersi olan “Rabbini bilen kendinin farkına varır” şekli de doğrudur. Allah’ı gereği gibi tanıyan ve kabul eden aslında kendini bilme düzeyine erişmiş ve insanlığını yakalamış demektir. İhlas sûresi bu bilince ermek isteyen için yeterlidir.

*

İhlas Sûresi Allah’ı ve sıfatlarını bildirir. Oradaki ifadelerin tersini düşündüğümüzde insan çıkar karşımıza. “Allah, birdir, sameddir, doğurmayan, doğmayan ve dengi olmayandır”. İnsan ise, bunun tam tersidir. Bir değildir; etrafında, yanında, çevresinde kendisi gibi birçok varlık vardır. Tek olması imkansız, tek kalması zordur. Yalnız kalınca korkar, bunalır ve sıkılır. Tek kalmak insana göre değildir. Çünkü tek kalmak yalnızlıktır. Yalnız kalabilmek için muhtaç olmamak gerekir. Halbuki insan muhtaç bir varlıktır. Doğduğunda anne ve babaya muhtaç, yaşamak için insanlara, hayvanlara, bitkilere muhtaçtır. Ayağını basacağı bir mekana, vaktini bileceği bir zamana muhtaçtır.

Hiçbir eksiği gediği olmayan anlamında Samed değildir insan. Bir sürü eksiği gediği vardır. Yemek yemeli, su içmeli, evlenmeli, çocuk sahibi olmalı, işe gitmeli, eve gelmeli. Bunlardan vazgeçmesi, yaşamaktan vazgeçmesidir. Var olması için bir anneden doğmalıdır. Dolayısıyla doğmuştur. Bir doğuran sayesinde dünyaya gelmiştir. Neslinin devamı, varlığının sürdürülmesi doğmaya ve doğurmaya bağlıdır. Eşi olmalı, dostu bulunmalıdır. Eş edinmeden, komşuluk etmeden, dost kazanmadan hayatını sürdürmesi imkansızdır. Anne, baba, akraba, komşu, hemşehri, vatandaş onun varlığı için oluşmuş bir çevredir. Bu çevrenin dışına çıkamaz. Sözgelimi uzaya çıksa, tek başına ne kadar yaşayabilir bir insan?

İnsanın serüvenini şu birkaç cümlede özetlemek mümkündür: Çamurdan yaratıldı, meniden üretildi. Çoğaldı, çok oldu. Yöneldi hidayet buldu. Sırt döndü yoldan çıktı. Doğru oldu, doğru gitti, yolu cennete çıktı. Yanlış yaptı, yanlış gitti, yolu cehenneme düştü. Yüce Rabbimiz buyurur: “Biz ona doğru yolu gösteririz. Ya şükreden olur ya da nankör” (İnsân 76/3).

*

Yalnızlık Allah’a mahsus demiş atalar. Bu aslında “Allah birdir” ayetinin doğru ve yerinde bir tefsiridir. Ama artık ayete bakmaya onunla yetinmeye hiç niyeti yok çağdaş insanın. Çünkü kadın için artık anne olmak, erkek için baba olmak yetmiyor. Hatta bazıları bu iki kelimeyi duymak bile istemiyor. Onlar bağdan kurtulmak istiyor, onun için arada sıhriyet bağı oluşturacak çocuk istemiyor. Ayakkabı bağı bile ona bağlıymış hissi veriyor. Onu da istemiyor. Özgür olmak, kendi kendine takılmak veya hiçbir kuralın ve bağın olmadığı bir dünya kurmak istiyor.

Çağdaş insan, müstağni olmak diğer bir deyişle kimseye muhtaç olmamak istiyor. Bundan dolayı “Sadece Allah’ın müstağni olduğu” ilkesini duymazdan geliyor. Çünkü bu yeni insan, zengin olmak, onunla var olmak, varlık sahibi olmak ve onunla her şeyi elde etmek istiyor. Üstelik o zenginliğin yegane varlık olduğunu ve varoluşun onunla gerçekleştiğini zannediyor. Ataların söylediği “Namerde muhtaç olmayalım yeter”  alçakgönüllülüğü onu kesmiyor.

Mutlak ihtiyaçsızlık arayışı benliğini kaplamış. Bu halin Allah’ın yerine göz dikmek anlamına geldiğini görecek basireti çoktan kaybetmiş. Bu tavrıyla o, “Tanrı ölmüştür. O var olsaydı, ben o olmamaya nasıl katlanırdım” diyen tanrıtanımazın halini yansıtıyor. Zihninde teorik olarak bir tanrı düşüncesi var ama bunun pratiğe yansıması yok. Pratikte, bir tanrıtanımazdan onu ayırt edecek temel ayırt edicilerden yoksun hale gelmiş.

Halbuki insan, ta başından anne-babaya ihtiyacı olan bir varlıktır. Bunu inkar etmesi de imkansızdır. Bunlara ihtiyacı olmayan sadece Allah’tır. Anne-babaya ihtiyacı olan, doğal olarak anne veya baba olmaya adaydır ve olacaktır. Bir bilse ki, anne ve babalık makamı insanlığın en yüce makamıdır. Çünkü bu asla yok olmaz ve asla çekip alınmaz. Çünkü o, insanın tabii ayrılmaz parçasıdır. Diğer makamlar, mevkiler, servetler, zenginlikler, mallar ve mülkler kaybolur gider… Kalan, kalıcı olandır. Kalıcı olan tabii olandır. Her şey yok olacak ve sadece Allah baki kalacaktırVe Allah’ın ebedi mutluluk verdikleri kurtulacak, diğerleri kendi başına bırakılacak ve hüsrana uğrayacaktır

Öyle görünüyor ki, Hz. Adem’den beri insanda değişen bir şey yok. Yüce Allah babamız Adem’i yarattı ona cennet imkanlarını verdi. Ona her şeyi serbest, tek bir şey yasaktı. O da şeytana aldanarak tam da o yasağı çiğnedi. Yüce Allah da onu terketti ve kendi başına bıraktı. “Allah size yardım ederse sizi yenecek kimse yoktur. Ya bir de Allah sizi terk ederse/yardımı keserse size O’nun dışında kim yardım edecek? (Al-i İmran 3/160). Ve yine o kurtuluşu, Allah’a yönelmekte buldu. Çünkü Allah’a yönelen dost desteğine mazhar olur, yüz çeviren ise kendi başına bırakılır.

Eskiler bunun şuurunda oldukları için sürekli şu duayı etmişlerdir: Ya Rab! Bizi bize bırakma!

Vesselam…

 

  • PAYLAŞ