Prof. Dr. Adem APAK

Hendek savaşı Müslümanların istediği şekilde sonuçlanınca Mekke ile Medine arasındaki güç dengesi değişmeye başladı. Kureyşliler artık savunma pozisyonuna geçtiler. Bu şartlarda Hz. Peygamber (sav), 1400 kişiden müteşekkil ashâbıyla Mekke’ye yaklaşmış, burada Müslümanlara silahla karşı koyma cesareti gösteremeyen Mekkelilerle Hudeybiye Barış Antlaşması’nı imzalamışlardı. Buna göre taraflardan her birinin istediği kabileyle ortaklık yapmasına imkân tanınıyordu. Nitekim buna istinaden Mekkeliler Benî Bekir, Müslümanlar ise Huzaa kabilesi ile ittifak yapmışlardı. Anlaşma uyarınca adı geçen kabilelerden herhangi biri kendi müttefikine karşı yapılacak saldırıya müdahil olma hakkına sahipti. (Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah Enîs et-Tabbâ-Ömer Enîs et-Tabbâ), Beyrut 1987, s. 49-50).

Benî Bekir ile Huzaa kabileleri İslâm öncesi dönemden beri birbirine düşmandılar. Hudeybiye Barış Antlaşması’ndan yaklaşık iki yıl sonra Bekiroğulları, Müslümanların müttefiki olan Huzaa’ya baskın yaparak 20 kişiyi öldürdüler. Saldırılar esnasında Kureyşliler de saldırgan tarafa yardımcı olmuşlardı. Kaynakların bildirdiğine göre Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebû Cehîl ve Süheyl b. Amr gibi Kureyş ileri gelenleri yüzlerini gizlemek suretiyle baskına katılmışlardır. (Vâkıdî, Kitabu’l-Meğâzî, (thk. Marsden Jones), I-III, Beyrut 1984, II, 783-784).  Bunun üzerine Huzaalılar müttefikleri olan Müslümanlardan yardım istemek amacıyla önce Amr b. Sâlim ardından da Büdeyl b. Verkâ başkanlığında iki heyeti Medine‘ye gönderdiler. (Vâkıdî, II, 789, İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts.IV, 31-38).

Huzaalıların Benî Bekir kabilesine mensup Benî Nüfâse boyunun kendilerine saldırdığını haber vermeleri üzerine Allah Rasûlü (sav) Mekke‘ye bir haberci göndererek onlardan ya Huzaa’dan öldürülen kişilerin diyetlerini ödemeleri, ya da Bekir oğullarıyla olan ittifaklarını bozmalarını, aksi takdirde aralarındaki anlaşmanın hükümsüz sayılacağını bildirdi. Mekkeliler Hz. Peygamber’in (sav) elçisine olumsuz cevap verdiler. Ancak kısa süre sonra yaptıklarının yanlış olduğunu fark ederek Ebû Süfyan’ı anlaşmayı yenilemek üzere Medine‘ye göndermeye karar verdiler. Ebû Süfyan önce Rasûlüllah’ın (sav) yanına gitti, fakat kendisinden hiç yüz bulamadı. (Vâkıdî, II, 785, 788, 792-795; İbn Hişâm, IV, 38-39; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), II, 134). Böylece on yıl sürmesi planlanan anlaşma daha iki yıl geçmeden hükmünü kaybetmiş oldu. Kureyşliler tarafından Hudeybiye Antlaşması’na karşı gerçekleştirilen bu ihlâl girişimi Müslümanlar için Mekke fethinin hukukî dayanağını teşkil etmiştir.

Hz. Peygamber (sav) Mekke üzerine sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra Hicrî 8. yılın 10 Ramazan’ında (1 Ocak Miladî 630) yaklaşık 10 bin kişilik bir ordu ile Mekke‘ye doğru harekete geçti. Müslüman askerler Mekke’ye 16 km mesafedeki Merrüzzahrân’da konakladılar. (Buhârî, Meğâzî 47). Burada Hz. Peygamber’in (sav) emriyle binlerce meşale yakılarak Mekke’nin üst kısımlarının aydınlatılması sağlandı. Gelişmeler Kureyşlileri endişelendirmeye başlayınca Ebû Süfyan başkanlığında bir kaç kişi meseleyi öğrenmek amacıyla Müslümanların bulunduğu mevkie doğru yürüdüler. Ancak burada Müslüman gözcüler tarafından yakalanarak Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna getirildiler. Allah Rasûlü (sav) onların önünde büyük bir geçit töreni yaptırdı. Bunun amacı kendilerinin ne kadar güçlü olduğunu Mekke liderlerine göstermek ve onların direniş göstermeden teslim olmalarını sağlamaktı. Törenin ardından Hz. Peygamber’in (sav) amcası Abbâs’ın da girişimiyle Ebû Süfyan müslüman olduğunu açıkladı. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) “Ebû Süfyan’ın evine giren emniyettedir. Kâbe’ye sığınan emniyettedir. Kendi evinden çıkmayan güvendedir” ilânının Mekkelilere ulaştırılmasını söyleyerek yakalananları serbest bıraktı. (Buhârî, Meğâzî 48;Vâkıdî, II, 814-822; İbn Hişâm, IV, 39-47; İbn Sa’d, II, 135).

Ebû Süfyan şehre geri dönünce Kureyşlilere Müslümanların karşı konulmaz bir güce ulaşmış olduklarını, Mekke halkının canlarını kurtarmak için teslim olmaktan başka çarenin bulunmadığını bildirdi. Liderlerinin ağzından duydukları bu sözler Mekkelilerin bütün direnme ümitlerini kırmış ve onların Müslümanlara karşı koyma teşebbüsünden vazgeçmelerine sebep olmuştur. (Vâkıdî, 823; İbn Hişâm, IV, 47; Belâzürî, s. 52, 54-55).

Rasûl-i Ekrem (sav) hücuma geçmeden önce ordusunu Zî Tuvâ denilen mevkide Zübeyr b. el-Avvâm, Sa’d b. Ubâde, Hâlid b. Velîd ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın komutanlıklarında dört kola ayırarak her birine Mekke‘nin farklı yerlerinden girmeleri emrini verdi. Ayrıca askerlerine mecbur kalmadıkça savaşmamalarını, çarpışmalar sonrasında kaçanları da takip etmemelerini istedi. Ordunun üç grubu herhangi bir direnişle karşılaşmadan şehre girdi. Sadece Hâlid b. Velîd’in idare ettiği birlikler İkrime b. Ebû Cehîl, Safvân b. Ümeyye ve Süheyl b. Amr idaresindeki müşriklerin saldırılarına muhatap oldular. Burada gerçekleşen çarpışmalar sonucunda Medineliler iki kişi kaybetmelerine rağmen, karşı taraftan 20 kişiyi öldürerek saldırganları geri çekilmeye zorladılar. Nihayet Allah Rasûlü (sav) Hicretin 8. yılı 20 Ramazan’ında (11 Ocak 630) Mekke’nin yukarı kısmından Mescid-i Harâm’a girerek Safâ tepesinde bütün birlikleriyle buluştu. Bu şekilde Mekke fethi resmen tamamlanmış oldu. (Vâkıdî, II, 827-828; İbn Hişâm, IV, 54).

Mekke Müslümanların kontrolüne geçtikten sonra Hz. Peygamber (sav) Kâbe’ye giderek ilk tavafını gerçekleştirdi. Adından “Hak geldi batıl zâil oldu, Muhakkak ki batıl zâil olucudur.” (İsrâ, 15/81) âyetini okuyarak içeride bulunan bütün putları parçaladı. Allah Rasûlü (sav) diğer taraftan ashâbına Kâbe’deki resimlerin de silinmesini emretti. Bu faaliyetlerin tamamlanmasından sonra Bilal-i Habeşî’ye işaret ederek Kâbe üzerinde ezan okumasını istedi.( Buhârî, Mezâlim ve’l-Ğasb 32, Meğâzî 48, 49, Tefsîru’l-Kur’ân 12). Böylece Kâbe uzun zaman sonra yeniden Tevhid inancının merkezi haline gelmiş oldu. Rasûlüllah (sav) daha sonra Kâbe etrafında toplanmış olan insanlara şu veciz hitabesini sundu:

“Allahtan başka ilah yoktur. O’nun eşi ve ortağı yoktur. Allah vaadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. İyi biliniz ki bütün câhiliyye adetleri, bütün mal ve kan davaları ayağımın altındadır. Sadece Kâbe hizmeti (hicâbe) ve hacılara su dağıtılması (sikâye) bunun dışındadır. Ey Kureyşliler, Allah sizden câhiliyye gururunu, soyla, babayla övünmeyi gidermiştir. Bütün insanlar Âdem‘den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.”( Vâkıdî, II, 835-837; İbn Hişâm, IV, 54-55, 59; İbn Sa’d, II, 136-137, 143).

Hz. Peygamber (sav) konuşmasını tamamlamasının ardından kendilerine nasıl muamele edileceği konusunda endişe içinde bekleyen Mekkelilere umûmî af ilânını duyurdu: “haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz.” Haklarında idam fermanı bulunan Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh, İkrime b. Ebû Cehîl, Süheyl b. Amr, Safvan b. Ümeyye gibi bazı Mekkeliler ise çeşitli vesilelerle affa uğramak suretiyle kısa süre sonra Müslümanlar arasına dâhil olmuşlardır. (Vâkıdî, II, 846-857; İbn Hişâm, IV, 51-53, 60-61; İbn Sa’d, II, 136, 141).

Burada adı geçen şahıslar Mekke adına Müslümanlara karşı düzenlenen faaliyetlerin öncülük yapmışlar ve öldürülmeyi hak etmişlerdi. Kendileri de bunun farkındaydılar. Ancak Allah Rasûlü’nün (sav) öncelikli hedefi suçluları cezalandırmak değil, gönülleri, hatta düşmanları kazanmaktı. Eğer şehrin önderi konumunda olan bu insanları ölümle cezalandırsaydı, Mekke ile Medine halklarının bir araya gelmesi hedefini gerçekleştirmesi oldukça zorlaşırdı. Üstelik bu şahıslar Medine’ye hicret eden pek çok Müslümanın da yakın akrabalarıydılar. Dolayısıyla onlar da yakınlarının öldürülmesinden ziyadesiyle rahatsız duyacaklardı. Bu sebeple onların affedilmesi Kureyşli Müslümanları da memnun etmiştir. (Vâkıdî, II, 846-857; İbn Hişâm, IV, 51-53, 60-61; İbn Sa’d, II, 136, 141).

Hz. Peygamber (sav) şehrin kontrolünü tamamen sağladıktan ve genel af ilan ettikten sonra Müslüman olan Mekkelilerden biat almaya başladı. Mekkeliler de Hz. Peygamber’e (sav) ve İslâm’a teslim olunca, Mekke-Medine bütünlüğü resmen temin edilmiş oldu.

Mekke‘nin fethiyle birlikte Kureyş müşriklerinin Hz. Peygamber (sav) ve Müslümanlara karşı açık direnişi sona ermiş, Arap Yarımadası’nın Hicaz bölgesinde İslâm hâkimiyetinin önündeki engeller tamamen ortadan kalkmış, Medine-Mekke birliği sağlanmıştır. Mekke’nin fethiyle birlikte bir adeta bir puthane görüntüsü veren, şirke merkezlik eden Kâbe, yeniden tevhidin kalbi haline gelmiştir. Mekkeliler, Müslüman idareye boyun eğince, bu kabileye geçmişten beri bağlı olan başka Arap soyları da artık Kureyş’in ve Hicaz’ın yeni lideri olan Hz. Peygamber’e (sav) itaat etmeye başlamışlar, bunun tabiî neticesi olarak İslâm dini kısa sürede Arap Yarımadası’nın diğer bölgelerine de yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla Mekke’nin fethi, bir beldenin, bir şehrin ele geçirilmesinden öte insanların kalplerinin fethi anlamına gelir.

 

  • PAYLAŞ