Prof.Dr. Cağfer KARADAŞ

Ramazan, oruç ayı, sabır ayı, rahmet ayı, Kur’an ayı…

Bütün dinlerde oruç vardır. İslam’da da vardır “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size oruç farz kılındı” (el-Bakara 2/183) ilahî buyruğu Müslümanlara oruç tutmasının vücûbiyeti bildirir. Bunun hangi ayda olacağını, yine Kur’an ve sünnet tespit etmiştir. İslam’ın oruç ayı Hicrî aylardan Ramazandır. Peygamberimizden bugüne bütün Müslümanlar bu buyruk doğrultusunda Ramazan ayını oruçlu geçirirler. Kimi zaman yirmi dokuz kimi zaman otuz. “Hilali gördüğünüzde oruç tutun ve hilali gördüğünüzde orucu bitirin” (Nevevî, Riyazü’s-Salihîn, had.no: 1225)  emri Ramazan hilali ile alakalıdır. Hilalin görülmesi, bulut, toz, duman gibi sebeplerden engellenmiş ise Ramazanın otuza tamamlanması tavsiye edilmiştir. Tavsiye dedikse bu öylesine bir tavsiye değil Peygamber (sav) tavsiyesidir.

Ramazan Kur’an ayıdır. Kur’an bu ayda bu ayın içinde bir gecede nazil olmuştur. “Ramazan kendisinde Kur’an’ın nazil olduğu aydır.” (el-Bakara 2/185) ilahî buyruğu bunu ifade eder. Bu ay içinde nazil olduğu gece de bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’dir. Bunu da Kadir Suresi’nden öğreniyoruz. Bu yüzden bu ay mübarektir ve rahmet ayıdır. Cebrail başkanlığında melekler bu ayın içinde olan Kadir Gecesi gelirler ve insanlara sağlık, afiyet, rahmet ve bereket getirirler. Derdine derman arayan, yüzünü Yüce Allah’a çeviren ve ondan bağışlanma ve rahmet dileyen asla geri çevrilmez. Şükreden şükrünün, sabreden sabrının karşılığını kat kat görür.

Bu yüzden Ramazan, sabır ayıdır. Bunu yüce Peygamberimiz (sav) söylüyor: “Sabır ayında oruç tut” (Nevevî, had.no: 1248) Ne güzel bir emir ve Ramazan için ne güzel bir niteleme! Çünkü bu ay sabır kelimesinin bütün anlamıyla yaşandığı bir aydır. Yemede sabır, içmede sabır, ilişkilerde sabır… Nefse gem vurma, dur deme, ağzını bağlama, sözünü saklama, gözünü sakınma, kulağını kapama ayı… Peygamberimiz Efendimiz buyuruyor ki: “Oruçlu iki kere sevinir: Birisi iftar ettiğinde, diğeri Rabbi ile buluştuğunda…”(Nevevî, had.no: 1215)  İftar ettiğinde sevinir, çünkü bir günlük sabrının sonunda Allah’ın kendisine bahşettiği nimete ermiş, çoluk çocuğu ile bir sofra etrafında aynı duygularla ve aynı heyecanlarla buluşmuşlardır. Rabbine kavuştuğunda sevinir, çünkü bir ömür ortaya koyduğu sabrın mükafatı olarak Rabbimizin şu nidasına mazhar olmuş: “Ey huzur bulmuş kulum, dön Rabbine o senden sen ondan razı olarak. Katıl salih kullarımın arasına ve gir cennetime!” (el-Fecr 89/27-30)

Yüce Rabbimizin bizden beklediği iki şey vardır: Sabır ve Şükür. Çünkü Allah kullarını bazen vererek bazen de vermeyerek veya bazen alarak bazen almayarak imtihan eder. Vermediğinde sabretmek ve verdiğinde şükretmek işte bizim görevimiz ve imtihanımızdır. Bu imtihanın en güzel tezahür ettiği zaman dilimi Ramazan’dır: Gün boyu sabretmek, akşam, iftar vakti çoluk çocuk oturup şükretmek ve bu şükrün bir nişanesi olarak teravih namazını ifa etmek…

Ramazan en güzel şekliyle ailede yaşanır: Dede, nine, baba, anne ve çocuklar… Bir sofranın etrafında bütün kulaklar ezan sesinde. Dillerde dua, gönüllerde huzur ve sevgi, kalpler hep bir yöne yönelmiş. Sabır tespihinin son tanelerini çekerken Allahu Ekber sedasının yankılanmasıyla ellerin bir hurma tanesine ya da bir bardak suya uzandığı andan daha mutlu bir zaman dilimi olabilir m? Peygamberimiz Efendimizin “Mümin iki kere sevinir: Birincisi iftar sofrasında” derken işte tam da bunu ve bu anı kastetmiş olması kuvvetle muhtemel değil mi?

Çocukken en büyük sevincim, anacığımın Ramazan günü tandırda pişirdiği çöreği kesme yaparak elimize tutuşturması ve arkadaşlarımla birlikte damların başına çıkarak ezanı beklememiz ve aslında oruç tutmamış olmamıza rağmen, o ramazan sevincini ezanla birlikte ilk lokmayı aldığımız çörek ile yaşamamızdı. Ondan daha tatlı bir lokma hayatımda hatırlamıyorum. Bekle ve tat, sabret ve sevin, şükret ve kavuş. Ve biz bunu çocuk yaşımızda, çocukluğumuzda öğrendik.

Şimdi çocuklar aynı sevinci, aynı coşkuyu ve huzuru Ramazan sofralarında yaşıyorlar. Onlar da büyüdüğünde benim yukarıdaki duygularımı paylaşacaktır. Bundan emin olun! Çocuğunuzla bir ramazan sofrasına oturun ve onun sevincini, neşesini, huzurunu görün ve paylaşın… Ramazan sofrasına oturup ilk lokma veya ilk yudum ile insanların gözlerinin içinin parladığını ve yüzlerini bir aydınlığın kapladığını sizler de görmüşünüzdür/göreceksiniz. Bu parlaklık ve aydınlık en çok da çocukların ve gençlerin yüzünde tezahür eder.

Dede, nine, anne, baba ve çocuklar… Böyle aileler kaldı mı sahi? Şimdilerde parçaladık, küçülttük aileleri. Bu bile bizim Ramazan mutluluklarımıza engel olmadı. Bu seferde anne, baba ve çocuklar olarak yaşıyoruz Ramazanları… Arada bir de dede-nine sofralarında buluşuyoruz. Dileklerimiz, arzularımız, gözlerimiz ve gönüllerimiz aynı hedefe kilitli bir şekilde iftarlarımızı açıyor, namazlarımızı kılıyor ve Rabbimize huzur içinde yöneliyoruz.

Hele sahurlar… Herkesin gözlerini ovuşturarak kalktığı,  isteksiz bir biçimde sofranın başına oturulduğu anlar… Kalkarken hiç kimsenin yemek yeme isteği yoktu aslında. Ama toplanıp ailecek sofranın başına oturulduğunda topluluğa rahmet ve bereket doğuyor, bu da bir hareketi getiriyor ve herkes bulduğu kadarını iştahla götürüyor… Yenilen bazen az bazen de çok olur. Biz aslında az ile de çok ile de mutlu oluruz ve onun keyfini çıkarırız. Nitekim Peygamberimiz Efendimiz iftar vakti geldiğinde kendisine bir miktar ekmek ve bir miktar zeytin yağı getirdiler, onunla iftarını yaptı. Sonun da şu duada bulundu: “Hanenizde oruçlular iftar etsin, iyi kimselere yemeğiniz nasip olsun ve melekler sizin için dua ve istiğfarda bulunsun!” (Nevevî, had.no: 1267) Ne güzel bir saadet ve ne güzel bir karşılık ya Rabbim…

Oruçla ve oruçluyla birlikte olmak, iyi kimselerle bir iftar sofrasında buluşmak ve meleklerin etrafımızda dua ve istiğfarına mazhar olmak… İşte İslam, İşte Müslüman! Vesselâm…

  • PAYLAŞ